10 Nisan 2013 Çarşamba

Yatık Sekiz ∞

“bitti mi? yok hayır, aksi gibi yeni başlıyor…
öyle lokanta felan gibi bi yerden dönüyorduk galiba. o zamanlar çalıştığımız gazetenin verdiği bir yemek filan olabilir. ama gerçekten, oraya niye gitmiştik, ne vesileyle masamızda ünlü bir sinema artisti vardı, yaseminle’le neden tartışıp küsmüştük, hiç mi hiçbirini hatırlamıyorum. sonradan öyle utandım k, beynim önemli bir kısmı silmiş.
dönüş yolunu aynen hatırlıyorum ama. arabayı hasan abi kullanıyordu, yine niyeyse o artist bizim arabada önde oturuyor, arkada yasemin’le ben… içtiklerimin etkisiyle anlatılmaz şekilde çişim gelmiş. kimseden değil ama arabadaki o ünlü kadından utandığım için ”şöyle bir kenarda dursak abi” diyemiyorum. o kadın arada bir şevkatle bana bakıp gülüyor. çişimin geldiğini mi anlıyor, yoksa sarhoşluğuma mı gülüyor bilmiyorum. pis bir kırgınlığa, kedere kapılıyorum, biri ölüp gitmiş sanki. çok derin bir nefes almak istiyorum, yani olsa, atmosferi hidrosferle beraber yutucam…
çatlıyodum herhalde. bi laflar geveleyip arabayı yol kenarında durdurdum.
nasıl güzel bi yaz gecesi. artistin parfümü mü öyle çiçek kokuyor, yoksa havadan mı? otoyolun hemen karındaki az eğimli bi tepeye yürüyüp rahatladım. sonra demin sözünü ettiğim nefesten aldım bi tane… verdim… oraya çimenlerin üstüne oturdum kaldım. arabadakileri unuttum herhalde. yani, her şeyi unuttum. sadece o nefesten bi tane daha almak istiyorum o kadar. neden sonra hasan abi’nin sesini duydum, ”iyi misin baba, geliyim mi?” diye sordu. ”geliyorum” filan dedim galiba. sonra onu da unuttum. yasemin seslendi bi ara. aslında kalkıp gidicem, hani öyle ayakta duramayacak kadar değilim, ama unutuyorum…
yani… herneyse, az sonra zıpkın gibi ayağa fırladım, nerdeyse arabaya koşacaktım. çünkü artist arabadan inmiş bana doğru geliyor. çok ayıptı lan, kadıncağızı tamamen unutmuştum. ”yok yok gelme otur orda bi sigara içelim” dedi.
bundan sonrasını harfien hatırlıyorum. rezalete bak yaa, koca artist beni avutmaya geliyo. köprüye çıkmış gibi lan ne fena. oysa valla önemli bi derdim yok, o kadar sarhoş da değilim. sadece o an için arabadakileri unuttum işte. yanıma oturdu sigara içiyor. çok utandım ya, kafam cin gibi çalışıyo artık.
”ya çok özür dilerim sizden. hafif başım döndü oturup kaldım buraya. sizi de geç bıraktım” filan dedim.
o hiç bişey söylemedi. susmuş, anne şeyvaktiyle öylece bakıp gülüyor. bir ara sigara içerken, oynadığı bir filmdeki haline benzedi. ben hala durumu açıklıyorum. muhtemelen aynı şeyleri tekrar ediyorum. yasemin’le hasan abi de aşağıda araba başın sigara içiyolar… oh ne güzel herkese rezil olduk. diğerleri neyse de… sonra, artist beni susturup saçlarıma şakadan vurarak:
”ne güzelsin ya” dedi.
”ehe, yalan değil içince kafam güzelleşti biraz” dedim utanarak.
ardından hiçbir filminde görülmeyen, dingin, tuhaf bir yüzle otoyolda hızla giden arabalara daldı… gözleri daha çok yolda, bazen dönüp bana gülerek konuştu:
”herkes bu kadar sarhoş olup kaybolamaz. ne şimdi, ne de yarın ayıldığında, pişman olma emi. hem senin ki içkiden değil, çok belli ki yasemin’den… o da ne hoş ya. ne kadar güzelsiniz. ne kadar güzelsiniz… bak bi daha söylüyorum, utanılacak bişey yok. aşkı başka bişey sanan, içki içip kaybolmaktan sadece kusup devrilmeyi anlayan o kadar çok insan var ki…”
bu şimdi oynuyo mudur? artist kısmısısı istediği vakit oynar mı hakkaten. artık orta yaşta zaten. belki, benim göremediğim bir filminde sarhoş kardeşini avutan bir abla rolü filan vardır, bunlar o filmin laflarıdır. yok ama ciddi sanki. ya, ama ciddi olsa ne olur, söyledikleri doğru değil ki. neremiz güzel lan. bitti işte. hem mutlu olsa, kim kaybolmak ister. sürseydi tamamdı, güzel olurduk gerçekten. ama şimdi bu ne ki. böyle olamayanlar, bunu bilemeyenler varmış. ne mutlu onlara. tamam üç beş fazladan mutluluğumuz, havalara uçtuğumuz vardır. ama bir o kadar da fazladan hüznümüz oluyo be güzelim.
”ben bu hallere ”şahane arızlar” diyorum. tamam bişeyler bozuluyo ama güzel bozuluyo” dedi artist.
”sonuç olarak ortada bi arıza var” dedi kalan aklım, otoyol temalı arıza resmine, kadrın sağ alt köşesinden giren artiste bakarak.
”dedim ya şahane bi arıza” dedi. anne gibi saçlarımla oynadı.
bu bi film olsaydı. yönetmen ”kamyon geçti bi daha çekicez” deseydi, artist abla hareketini  tekrarlarken yasemin bu tarafa bakıyor olsaydı, kamera yakın girip çatlayan yasemin’i görseydi.
artist abla sigarasını bitirdi, binip gittik… gerçi söylediklerine aklım yatmadı ama yine de kral bi insan. hatta ne kadar güzel… ben de O’na söyleyebilmek isterdim:
”ne kadar güzelsiniz.”
sonra bi kaç kez daha oldu bunlardan. başlarken, yürek pıtırtılarına kapılmış, zıplayıp gezegenlere kafa çakıcak gibi hissettiğimde ya da bitiyorken bıçaklayan sözler havada uçuştuğunda, kaybolmalara gittiğimde… birileri çıkıp ”ne güzel” dedi… ”bok güzel” diyebildiklerim oldu, gerçekten öküz olduklarını ve hayatta böyle bir şey yaşamayacaklarını düşünüp üzüldüklerim de.
70’li yaşlarında bir şair ”babanız yine aşık çocuklar” şiirini okuttu bana. o yaşta gülen gözlerinden anladım, torunu bile anlardı, yine aşıktı. tuhaf bir biçimde adamın o arıza hali hoşuma gitti ama. az kaldı ben de geyikleşip ”artizlik” yapıcaktım amcaya:
”ne kadar hoşsunuz, ne mutlu size” diyecektim…
onlar sana ”serseri” sen onlara ”öküz” dersin ama birbirinize imrenirsiniz. onlar hep birbirleriyle yaşamaktan, sen o birini ararken başlayıp bitenlerden yorgunsundur. öyle mi, evet. peki mutlu aşk var mıdır? çocuklar bile biliyo ki yoktur. e tamam o zaman, sorusu olan yoksa dağılalım.
yaa, kolay mı öyle. varsayalım ki biri gelip hayatın böyle bir sırrını kulağınıza fısıldadı. bu ne işinize yarar ki.
aksi gibi yeni başlıyo şimdi.
nasıl bir kavga allahım. biri gelip olan gücüyle duvarlarınıza sarmaşık oluyor. ”git işine” diyosunuz, ”bi daha kaybolamam ben, daha yeni döndüm buralara.” dinlemiyor ama usul usul sarıyor duvarları, ”ya bensem” diyor. eh be güzelim ya yine sen değilsen ama…
uzanmış birbirimize şirinlikler yapıyoruz.
”hiç kimse için tam öyle biri yoktur ki” dedi.
”oturup imal etmek lazım onu. sen yapabilir misin?
başını göğsümden kaldırıp gözlerini gözlerime dikti.
”yapabilsem senden yapardım bi tane daha” dedim. ”bu burundan, bu dudaklardan, zor ama şu gözlerden.”
utanıp başını indirdi, yine göğsümde kayboldu.
aynı zihniyet, başka final cümleleri de benzer incelikte kuruveriyor.
kafasını kaldırmadan konuşuyor şimdi:
”ben seni kaç tane seviyorum biliyor musun? üç tane, beş tane filan değil, sekiz tane… ama yatık sekiz.”
doğruldu.
”biliyosun di mi yatık sekizi?”
parmağıyla havaya sonsuzluk işareti çiziyor.
”yatık sekiz… yani sonsuzluk demek.”
”üç değil, beş değil, sekiz tane… ama yatık sekiz.” bende tekrarladım. kendimi çok zorladım, biteceği zamana dair aklıma bir şey gelmedi. yine çok mu acı çekerdik. varsın olsundu. hem, şimdi böyle sarılıp uzanmışken, o ”artizin” dediği gibi…
ne kadar güzeliz… ne kadar güzeliz.”

Atilla Atalay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder